İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Başkanı Nusret Suna ve 70’li yıllarda yöneticisi olan Mete Akalın, Türkiye’nin değişen inşaat algısını anlattılar. 1975’te yayımlanan “Beton Teknolojisi ve Sorunları” raporundan daha geride olduğumuzun altını çiziyorlar. Raporda Türkiye’de yapılan binalardan sadece yüzde 2’sinin uygun nitelikte üretildiğini aktaran Suna ve Akalın, günümüzde inşaat teknolojisinde gelişim sağlandığını ancak, rant ve vurgun odaklı inşaat algısı, bunun siyasi yansıması ile zihniyetin aynı kaldığını vurguladı.
1975’teki raporun bile gerisindeyiz
İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Başkanı Nusret Suna ve 70’li yıllar sonrasında hem şube hem genel merkez başkanlığı, yönetim kurulu üyeliklerinde dönüşümlü görev yapan Mete Akalın ile ortak söyleşimizde, güncel sorunlar yumağı içinde, hem sürpriz dev proje yatırımları üzerinden birbirinden çarpıcı değişimler, maliyetler, hem de son dakika pazarlıkları, en ileri teknoloji ile çelişen küçük gibi görünen çok büyük çelişkilerin, çarpıklıkların ürünü, göçük, su akması, duvar çökmesi, çukur oluşması gibi sorunlarının anlamlarını sorgularken vardıkları ortak sonuç değerlendirme çok önemli ve de anlamlı olduğu için...
Arıoğlu’nun araştırması
Yurttaş olarak gerek depremsiz çöken binaların öldürücü sorunlarıyla giderek artan örneklerle yüzleşmemiz gerçeği, gerekse deprem bölgesi ülkemizde sık sık geri dönüşü kaçınılmaz 7 üstü depremlere hazırlıksız olmamız, Sakarya büyük depremi sonuçlarının dersleriyle giderek ürkütücülüğü artan, beklenen İstanbul depremine hazırlıksız yakalanmak. Siyasi erkin inşaatla büyüyen saltanat uğruna, rant tutkunu proje, icraatlarıyla yüzleşilen gerçekleri kavrayabilmek için, 1972 yılında İstanbul’da yapılamış beton araştırması çalışmalarının sonuçlarına geri dönmek zorundayız.
Türkiye’de deprem ülkesi olduğu gerçeğini 17 Ağustos depreminden sonra anlayabildi. Depremin ardından birçok yapısal düzenleme yapılsa da, rant odaklı kentsel dönüşüm anlayışı nedeniyle göz yumulan binalarda insanlar can vermeye devam ediyor.
İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nin dönem sekreteri Ersin Arıoğlu’nun başkanlığında hazırlanan 1976’da açıklanan “Beton Teknolojisi ve Sorunları” raporunda, 1972’de üretilen binaların beton olarak dayanıklılıklarının ölçüldüğü ürtütücü verileri “Teknik Güç” dergisinde yayımlamıştı. Raporda, TS 500 kayıtlarına göre beton üretmek isteyen şantiyelerin ancak yüzde 2’sinin bu üretimi sağlayabildiği, B.225 üretmek isteyen şantiyelerin ise bu üretimi başaramadıkları ortaya çıkmıştı. Bizim için en anlaşılır verileriyle, Ersin Arıoğlu’nun genel sekreter olarak yürüttüğü araştırmanın sonuçlarını, 1975’te Oda adına yayımlanmış raporundan birkaç çarpıcı alıntı ile paylaşalım...
Yüzde 98 uyumsuz
1972 yılı içinde 76 bin 149 inşaat ruhsatı verilmiştir. İnşaatların yüzde 80’i betonarme betonu ile üretilmiştir. Üretimin yüzde 24’ü İstanbul’da gerçekleştirilmiştir. Araştırma kapsamında olan, beton üretmek isteyen şantiyelerin TS 500 kayıtlarına uygun olarak gayelerine ulaşma ihtimali ancak yüzde 2’dir. Diğer kelimelerle İstanbul şantiyeleri yüzde 98 ihtimalle yönetmelik kayıtlarının dışında beton üretmektedirler. B.225 üretmek isteyen şantiyelerden gayelerine ulaşana rastlanmamıştır. Arıoğlu, söz konusu raporun içinde, bir de 1976 verileri üzerinden değerlendirmeler yapmış, aşağıdaki sonuçları çıkarmıştır:
- İstanbul’da TS 500 standardına göre üretilenler ancak B.30 olarak anılabilir. B.160 üretebilme olasılığı yüzde 2.6’dır.
- TS 500 standardına uygun betona rastlamak tesadüfidir. İstanbul’daki betonarme yapıların yüzde 18’inde yapı güvenliği katsayısı 1’den küçüktür.
- İstanbul’daki betonarme karkas yapıların göçme riski yüzde 14.47’dir.
- Araştırma sürecinden, rapor yazılım sürecine beton niteliklerinde farklılık beklentisini getirecek hiçbir olumlu adım atılmamıştır. Betonarme inşaatın üretimi, betonarme üretim artışı yaşanmıştır.
Arıoğlu raporunun sonuç bölümünde, kamuya karşı sorumluluğu olan beton üretiminde, mühendis denetiminde üretimin koşullarının yaratılması zorunluluğunun altını çizmiştir.
Doğrusu, uzmanlık meslek örgütlenmeleri, inşaat mühendisleri yanında, yapılaşmada yerin doğru seçilmesinden başlanarak, mühendislik alanlarının ilgili bütün birimlerinin uzmanlık alanlarıyla doğru orantılı ortak çalışmalar için yapılmış çok anlamlı uzmanlık çalışmalarıyla Türkiye şanslı sayılabilir. Aslında deprem kuşağı içinde olması, ortaya çıkan acılar, yıkımlar bir yanları ile de Türkiye’ye dönük sorunların bilimsel açıklarının ortaya çıkmasını, bilimsel dönemeç taşı çalışmaların yapılabilmesini de sağlamıştır.
Donanımımız var, ancak...
Türkiye dünya odaklı teknik bilgi donanımlarının üstüne, ülke koşullarının, ülke yapılaşmasının yarattığı sorunlara karşı önlem alabilme yolunda da yıkımlar, depremsiz çökmeler ile depremler sonrası katlanan yıkımların açık laboratuvar sonuçlarıyla kendi öznel koşullarının çözüm reçetelerini üretmede bilgi donanımı, araştırma sonuçlarıyla eksiksiz donanımlıdır. Ancak yüz yüze gelinen günümüz sorunlarının çarpıcı, ürkütücü gerçekleriyle yüzleştikçe, bir yanımızla dev adımlar attığımız gibi, diğer yanımızla sorunlar yumağında çıkmaza sürüklenmeyle yüzleşmekteyiz.
Balık baştan kokar ruhuyla, yukarıdan inşaat sektörüne, ranta, vurguna eğilimli inşaat sektörü ağırlıklı siyaset gücünün çekiciliği, en yoksullar, seçmenler, biat ilişkileri bağlamında kendi çaplarına göre pay alma kültürüne katlanarak yansımış oluyor. Kişiye dönük imar affı ile uyumlu birkaç kaçak kat, İstanbul çapında vahim boyutlara varıyor. Cumhur İttifakı’nın Meclis Başkanlığı forsundan yeni ayrılmış adayı, afla tapusunu isteyen seçmene, seçimin ertesi sabahı için tapu dağıtımı müjdesini veriyordu...
Soner, Suna ve Akalın ile İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nde bir araya geldi
12 Mart 1971’de, Cumhuriyet gazetesinin aile yönetimi içinde organize edilen bir operasyonla, Cumhuriyet’in Atatürk, Yunus Nadi çizgisinde yayınının devamından sorumlu Nadir Nadi, yazarlarını ve çalışanlarını koruyamayacak noktaya düşürülünce istifa etmişti. İlhan Selçuk’un Ziverbey Köşkü’nde tutuklu, işkenceden geçirildiği süreçlerde, ülkenin çok sayıda önde aydını, gazetecisi, yazarı, eğitimci, meslek örgütleri temsilcileri, Madanoğlu davası olarak bilinen yargılama sanıkları olarak Ankara ve İstanbul’da tutuklu yargılanmayı bekliyorlardı. Dönemin İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Başkanı İzzettin Silier’in, yayın yaşamına sokmak istedikleri “Teknik Güç” dergisi için iş önerisi ile, mühendislik dünyasını içinden de tanımak şansını yakalamıştım. Cumhuriyetin sata sata bitirilemeyen kuruluş döneminin sanayileşme, kalkınma ruhuna uzanan bir yapının üretici değerlerine uzanan bir yolculuğa ilişkin bilgim yoktu.
‘İnşaat’ın Reis’i
İzzettin Silier ilk röportajımızı ‘Reis’le yapacağımızı özenli, heyecanlı duyurduğunda kavrayamamıştım. Yolda kısaca meslek duayenlerinin taktıkları, ‘Reis’in sevgi, saygı odaklı lakabını, hayranlığı nasıl kazandığını özetledi. Cumhuriyetin kuruluş yıllarının akla gelebilecek en önemli yatırımlarının, inşaatçılık ağırlıklı büyük ihalelerinden, birçok örnek saydı. ‘Reis’, gerçek kimliği ile Fevzi Akkaya, ortağı Sezai Türkeş ile birlikte kazandığı büyük inşaat ihalelerinin hepsini, ihalede belirlenen ücretlerin üstüne asla çıkmamış, birçoğunda altında bile maliyetlerle, teslim tarihinden önce bitirmekle ünlenmişti. Röportajın içinde yeri geldikçe, dev bir üretim yapılanması içinde, günümüze kadar özelleştirmelerle tükete tükete, yağmalaya yağmalaya bitiremediğimiz, hâlâ anlamlı değerleri olan sanayi yatırımlarının bütünlüğünde, kimi zaman üretimin kimi dış kaynaklı, özünde hepsi de maliyetleri, teslim tarihleri geciktirilmemiş yatırımlar bitirilemeden, işlerini erken teslim etmiş olmaları ile bağlantılı zor durumların, açıklama zorunluluklarının doğduğunu güvenli, gülümseyerek aktarıyordu.
İki birbirinin zıddı ‘Reis’
Gündemimiz dışında gibi gözüken bu alıntıyı aslında günümüz dev projeleri yatırımları sürecinde gündeme gelen, her dev projenin açılışında tanıklık ettiğimiz bir sahnenin anımsanması, sonrasında da anlamlarının sorgulanabilmesi için yazımın girişine taşıma gereğini duydum. Canlı yayınlarda tanıklık ettiğimiz üzere, dev projeler açılışlarında, seçmenin sevgi gösterilerinde ‘Reis’ olarak karşılanan Başkan Tayyip Erdoğan, açılışı yapılan dev projenin müteahhidi ile kameralar karşısında bir son dakika pazarlığına girişmeyi gelenek edindi. Çok yüksek maliyetli dev projelerin dış borçlanmalar, yap-işlet-devretle, bizlerden gelir garantileri karşılığı, cebimizden çıkacak vergilerle ödenecekleri, gerçekçi ihale koşullarını çoğunlukla uygulamaları ile yıllar sonrasında ancak tek tek öğrenebiliyoruz. Teslim tarihleri, işletme koşulları, her şey ama her şey durmadan değişim geçiriyor. Gecikmeler, ödenecek bedeller yükseldikçe yükseliyor. Projelerin yerleri, çevreye etkileri, her şey ama her şey durmadan değişime uğruyor. Biz hep sonuç bedelleri üzerinden eksik bilgilere ancak ulaşabiliyoruz.
Kâr marjından indirim yapıyorlar
Suna ve Akalın, dev projelerin açılışı sırasında çoğu zaman Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın inşayı gerçekleştiren müteahhitle yaptığı pazarlık sonucu fiyat indirimini en hafifi ile böylesine bir sonuç hesaplanmış olarak baştan kâr marjlarının yüksek tutulması olarak yorumluyor. İkili, asıl devasa sorunun ise birinci el, ikinci el uluslararası müteahhitlik ilişkileri ağında, parça parça üretimler için aşağı doğru indirilen taşeronlaşmalarda hem denetimin, hem de uzmanı olmayan, kaçağın kaçınılmaz olduğu yapılaşma sorunlarının, ucuz işçilik ile birlikte devasa sorunlar olarak karşımıza çıkarılıyor olması olduğunu kaydetti.
Kaynak: Cumhuriyet
YORUMLAR